12 Mart 2008 Çarşamba

Doğum haritasından çıkar, ona döneriz



Kimi insan bağıra bağıra konuşmaktan kendisini alamaz, kimisi de çevresine gülücükler dağıtmak, herkesi memnun etmekle meşguldur. Sürekli kendini ispat etmeye çalışan, rekabetçi tipler hayatlarının belirli bir döneminde engellerle karşılaşmaya başladıkları zaman, hatalarına bakacak zamanı bir kayıp gibi gördüklerinden, telafisi zor durumlarla karşılaşırlar. Bu sanki kumar masasında sürekli kaybetmeye başlayan bir kişinin, yeniden doğrulmak, kazanmak için gösterdiği çabaya benzer. Kimileri de sessiz kalmanın, sorumluluk üstlenmemenin büyüsüne o kadar kapılmışlar, ruhları örümcek ağı bağlamıştır ki, hayatlarında onlara kazanımlar getirecek riskleri ve değişimleri körükörüne lanetler, kızarlar.

Çoğumuz bu iki ucun değişik yanlarında dururuz ve astrolojik haritamızın tiktakları hayatımızın farklı yönlerinde sürekli vücuda gelir. Her gezegen, kendi zamanı geldiğinde, kendine özgü sesini yükseltir ve eğer hayatımız değişen melodilerle bütünlenen bir müzik parçasıysa, kendi sırası gelen gezegenin haritamızdaki karakteri şekillenmeye başlar. Söz konusu gezegenin doğası, konumu, gece ya da gündüz doğmuş olmamız, açıları, birer birer olay olarak ortaya çıkmaya başlarlar.

Eski Yunan düşüncesinde yer alan, Madde ve Şekil kavramı (Rob Hand bunu bir makalesinde detaylı biçimde ortaya koymuştu) astrolojik haritamıza da uygulanabilir. Haritamız şekil alacak bir materyal gibidir. Bu materyalin içeriğinde hepimizde aynı gezegenler yer alıyor ancak hepimizin bunu enerjileri çok farklı yollardan ifade edebiliyor ya da yansıtmaya çalışıyoruz. Örneğin Firdaria adı verilen ve zaman yöneticileri olarak kullanılan bir astroloji tekniğine göre, sözünü ettiğimiz gezegenlerin doğaları birer olay olarak, birer yaşam dönemi olarak karşımıza çıkarlar. Doğumumuzdan ölümümüze kadar, aslında tek bir şeyin, sadece doğum haritamızın son sözü söylediğini buradan açık bir şekilde görebiliriz. Dönüp dolaşıp yine doğum haritasına geri döneriz. Astrolojik haritamız, o büyük malzeme, değişik yönleri ile önümüzde geçiş yapar.

Madde ve şekil kavramını hayatımızın değişik bölümlerinde farklı nuanslarla da yaşarız. Firdaria tekniğine göre Mars dönemindeki bir kişi aslında Mars’ı gerçekleştirmektedir. Haritasındaki Mars malzemesi devreye girmiştir. Bu uzun yıllar alır ancak Mars dönemi içinde, Mars maddesi, malzemesi diğer gezegenlerin de şeklini almaya başlar. Bu büyük Mars firdarı içindeki alt dönemlere işaret eder. Örneğin Mars malzemesini Güneş alt dönemi içinde, kendi gücümüzü, otoritemizi ve inancımızı ortaya koyarak gerçekleştiririz. Bu durumda, Mars malzeme (madde) Güneş ise şekil olacaktır. Alt dönemlerdeki gezegenler hayat koşullarını çok daha spesifik olarak gösterirler. Haritasında Güneş’i zor durumda olan ve Mars’la kare içinde olan kişi, bu dönemi kavgalar ve otorite figürleri ile çatışarak geçirebilir. Tersine, haritasında bu iki gezegeni rahat durumda olanlar, kendi güçlerini ortaya koyarak, cesaretleri (Mars) sayesinde parlayabilir, savaşlarda kazançlı çıkabilirler.

Örnek olarak, astrolojik haritanın bir malzeme olarak, hayatın değişik safhalarında açıldığını Mustafa Kemal Atatürk’ün örneğinde açıkça görebiliriz.

Bu bir gece haritası olduğu için, büyük dönemlerin sıralaması Ay’dan başlar.

1881-1890 Ay dönemi
1890-1901 Satürn dönemi
1901-1913 Jüpiter dönemi
1913-1920 Mars dönemi
1920-1923 Kuzey Ay düğümü dönemi
1923-1925 Güney Ay düğümü dönemi
1925-1935 Güneş dönemi
1935-1938 Venüs dönemi

Her dönemin üzerinde durmayacağım, ancak hayatında mücadelenin öne çıktığı Mars dönemindeki koşullara değineceğim.
Mars 13.3.1913
Mars/Güneş 13.3.1914
Mars/Venüs 14.3.1915
Mars/Merkür 13.3.1916
Mars/Ay 13.3.1917
Mars/Satürn 13.3.1918
Mars/Jüpiter 14.3.1919

Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönem Atatürk'ün erken meslek hayatına karşılık geliyor. 1899’da Harb Okulu’na girdiğinde Satürn döneminin sonuna gelmişti. 12 yaşında, 1893’te babasını kaybettiğinde Satürn/Mars dönemindeydi. Atatürk’ün Satürn’ü Koç burcunda ve 6. evdedir. Bu Satürn için oldukça zor bir konumdur. Koç burcundaki Satürn iradenin daha büyük bir güç altında disipline girmesini zorunlu kılar. Altıncı ev yetenek geliştirmek olduğu kadar zorlanmayı, çabayı ve emir altında olmayı anlatır. Ancak Atatürk’ün Satürn’ün görüldüğü gibi sadece bu şartları açıklamıyor. Satürn’ün hemen yanında Koç’ta askeri yetenekleri açıklayan Jüpiter duruyor ve Jüpiter hem kendi ışığında, hem de kendi üçlüsündedir. Ayrıca Güneş’le karşılıklı etkileşim (Yönetici-Yücelme) içindedir. Kuşkusuz bu yetenekler, Jüpiter’in ana zaman yöneticisi olduğu1901 yılından itibaren çok daha belirgin hale gelecektir. Bu dönem 1899-1902 yıllarında okuduğu Harb Okulu’nun ardından, 1905 yılında Kurmay Yüzbaşı olarak mezun olması ile iyice belirginleşir.

Tesadüfe bakın (Hayatta tesadüflere yer yok sanırım) Atatürk’ün Mars dönemi ise 1. Dünya Savaşı’nın sürdüğü 1913 döneme denk gelir. Mars dönemi insana mücadele getitirir. Savaş gezegeni Mars hüküm sürdüğünde elimize kılıcı alıp, savaşa gireririz. Atatürk’ün Mars’ı toprakları, yuvayı, anavatanı anlatan 4. evde Kova burcundadır. Kova özgürleştiren, yenileyen ve teknik açıdan sağlam bir burçtur. 4. evdeki Kova’daki Mars’tan başka hangi astrolojik sembol Atatürk’ün mücadelesini açıklayabilir ki! Aynı Mars’la Satürn’le karşılıklı etkileşim içindedir. Savaş ve taktik yeteneği, zora dayanabilme gücü. Kuşkusuz Satürn’ün 6. evde olması ona Mars döneminin bittiği 1920 yılına kadar büyük mücadeleler getirmiştir.

1912-1913 arasında Balkan Savaşları’nın ardından, Ekim 1913’te Sofya’da askeri ataşe olarak bulunur. Mars/Güneş döneminde binbaşılığa yükseltilir. Bulgaristan O’nun hayatını şekillendiren en önemli yerlerden birisi olur, zira ileride Atatürk yapacağı devrimlerin (Kova) bir çoğunu Sofya’daki görevi sorasında şekillendirdiğini söyleyecektir. 1. Dünya Savaşı başladığında Mars/Güneş dönemindedir. 1915-1916 Çanakkale Savaşları sonunda, 9-10 Ağustos 1915’te Anafartalar Kahramanı olur. Firdariasında bu dönem Venüs’ün yönetici asaletine sahip olduğu Mars/Venüs dönemindedir. Haritasında Venüs sadece yönetici değil, aynı zamanda kendi kısmi asaletinde de yer alıyor. Venüs haritanın tepe noktası (MC) ve ana dönem yöneticisi Mars’la da açı içerisinde görülmekte. 7. evde, karşıtlıklar ve açık düşmanlar evindeki Venüs’ün bu güçlü konumuna, köşe evde olmasına dikkat etmeliyiz.

1916-1917 Kafkas cephesinde, ardından 1918’de Filistin’de görev alan Atatürk 1918 Haziran’ında Viyana ve Karlsbad’ta tedavi gördü (Mars/Satürn dönemi) Mars döneminin son safhasında, Mars/Jüpiter alt döneminde22 Haziran 1919'da Rauf Orbay, Kazım Karabekir Paşa, Refet
Bele ve Ali Fuat Cebesoy ile birlikte Amasya'da yayımladığı genelgeyle "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını" ilan etti. Dikkat ederseniz, haritasında askeri yetenekleri açıklayan Jüpiter döneminde, genişleme ve fırsatlar açılma ilkesini kullanarak, Mars’ın değerlendirildiğini görmekteyiz.

Ardından gelen 1920 yılında başlayan Kuzey Ay düğümü hayatındaki dönüm noktasını, yazgının kaçınılmaz dönüşlerini simgeliyor. Zira Ay düğümleri haritasında 1925’ten sonra iyice kendisini gösteren Güneş’i ile kare açı içerisindedir.

Aslında bu örneği neden verdim ? Astroloji’ye yeni başlayan, meraklı pek çok öğrenci temel astrolojik kavramları özümsemeden, bir haritanın gece ya da gündüz haritası olup olmadığına bakmazsızın, haritadaki asaletleri, etkileşimleri ele almadan, kısaca Astroloji’nin gücünü kullanabileceği en temel bilgileri ele almadan, türlü teferrüatla kafasını transitlere, aslında daha detayda incelenmesi gereken şeylere bulayabiliyor. Titreyip kendimize gelelim.

Doğum haritasından çıkar, onu yaşar ve ona döneriz.

15 Şubat 2008 Cuma

Gizli hikayenin peşinde


Bir danışanım, Astroloji’de 25. yılımı nasıl kutlayacağımı sorduğunda, önce duraksadım, tam bir şey söyleyemedim ancak sonra kendi kendime kaldığımda, hayatı alışkanlık haline getirmeden yaşamanın, bize sunulmuş olan bu gizli hikayeyi kutlamanın güzel bir şey olduğunu, hatıraların ve anların, havada asılı kalmamasını, onları arada sırada canlandırmak gerektiğini farkettim.

Astroloji hikayemin başlangıcının bir Ağustos günü, Beyazıt’taki sahaflar çarşısında başladığını söyleyebilirim. Hayal meyal de olsa, kendi başıma gidip, eski dergiler satan bir yerden, Burç dergisinin sayılarını toplamıştım. Dükkanın yerini çok iyi hatırlıyorum, Beyazıt Kütüphanesi’ne çıkan kapıda, hemen soldaki küçükçe dükkan. Aslında başından beri biliyordum ama şimdi daha rahat farkedebiliyorum. O andan itibaren kendi hayatıma dışardan bakabiliyor, sanki farklı bir karakterin, belki de bu benim daemonum, içime girdiğini hissedebiliyordum. Hala bu güçlü hisse sahibim. Adına ne dersem diyeyim, bu ruh, bu itilim, bu karakter, yanı başımda, sürekli benle konuşarak, gizli hikayemi örmek için değişik kapılar açıyordu. Akla gelmeyen tesadüfler, bu gizli planın parçasıydı ve gizli plan kendi doğal akışı içinde, uzak kalmaya çalışmak gibi bir tepkim olmasa da, kendiliğinden çalışıyordu. Bu bir büyüydü, bir mutluluk büyüsü. Henüz o andan beri biliyordum, ilk bakışta, mantıkla düşündüğümde bu bir kişisel seçim gibi gözükse de, Astroloji’ye yönelmem, gizli öykümün ilk ilmeği olmuştu. Bu öykünün gizemini çözmüş değilim, belki de çözmemem gerekiyor diye düşünüyorum.

Belki de yanımda duran bu karakter, gizli öykümün suflörü, İkizler Takımyıldızında yer alan Kastor Yıldızıydı. Mitoloji yıldızlarla dolu gökyüzünün bir parçası ve her yıldız bir ruhun gizli ajanı olabilirdi. Doğduğum gün, Güneş doğarken batan Kastor’un hikayesini okuduğum zaman, bu gizli hikayenin en azından bir parçasını deşifre edebildim. Hatta, ne tesadüf!! şimdi bu yazıyı yazarken açıp baktım (işte o yanımda oturan söyledi) aynı yıldız aynı konumda yer alıyor. Kastor ikizi Polluks’un daha hafif ve şakacı olanı. Bu iki yıldız (bu arada Ay da İkizler’de ilerliyor ve Merkür, Jüpiter Kastor’la paran oluşturuyor) ikilikleri, kutupsallığı temsil ediyor. Hikaye anlatmanın doğal sürecini, ikiliğini simgeliyor. İkizler sürekli konuşuyor, sohbet ediyor, birbirlerine hikayeler anlatıyorlar. Takımyıldızın alfa yıldızı Kastor ışığı, Polluks ise karanlığı temsil ediyor. Ancak bir arada olduklarında hikayelerin ortaya koyduğu ikilik ortaya çıkabiliyor.

Astroloji de bir hikaye anlatmak değil mi? Yıldızların ışığını, hikayesini hayatımıza yansıtırız. Yanımda oturan gizli arkadaşım sadece bana beni fısıldamıyor, etrafımdaki insanların da hikayelerini anlatıyor. Bu hikaye anlatma oyununda sessiz kalamazdım. İkizler’i susturamazsınız, onlar gökyüzünde kaldığı sürece konuşmalarına devam edecekler, aracı olacaklar, konuşacaklar, anlatacaklar ve aktaracaklar.

Yirmibeş yıldır anlatıyorum.

Bağlanmayacaksın/Can Yücel


Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
'O olmazsa yaşayamam.' demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.

Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
'O benim.' diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem
de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...

CAN YÜCEL